Yaşlılık Ve Yaşam Güvencesi
Günümüz dünyasını şekillendiren ekonomik koşullar, sosyal hayatımız üzerinde belirleyici rol oynamaktadır.
İçinde bulunduğumuz yüz yıl ortalarına kadar tarım ekonomisinin hâkim olduğu ülkemizde, sanayileşme çabalarıyla başlayan köyden kente göç hareketi, modern yaşama geçişle birlikte geleneksel Türk aile yapısını değiştiren sürecin de başlangıcı olmuştur.
Yakın döneme kadar nüfus çoğunluğu kırsal bölgede yaşayan ülkemizde, baba er kil aile yapısı belirleyici olurken, kentleşmeyle değişen ekonomik ve sosyal koşullar, bugün artık dededen toruna bir aradaki yaşamı zorlaştıran alışkanlık ve anlayışları da beraberinde getirmiştir.
Ekonomik özgürlüklerin artmasıyla küçükten büyüğe bağlılığın yerini alan bireysel yaşam tarzı, geniş yığınlarca benimsendikçe ekonomik etkenlerin sosyal yaşam üzerindeki baskısı artmaya başladı. Bu da küçülen aileleri farklı yerlerde yaşam sürmeye iterken, geleneksel değerlerin yok olma sürecini hızlandırdı. Zaten dinamik yapıya sahip nüfus hareketi ile bir taraftan bireyleri farklı sosyal olgularla bütünleştiren ekonomik edinimler artarken, kuşaklar arasındaki yabancılaşma da kaçınılmaz oldu.
Özellikle genç olmayan nüfus için güvenceli yaşam olgusu da bu süreçle öne çıkmaya başladı.
Kalkınmış ülkelerde, ekonomik gelişme içerisinde güvence altına alınarak modern yaşamın bir uzantısı haline getirilen yaşlılık dönemi, ülkemizde ne yazık ki ekonomik yetersizlik içerisinde sosyal bir çöküntüye dönüşmektedir. Çünkü geçirdiğimiz çok önemli değişim dönemlerinde sosyal güvenceyi çağdaş sistem haline getirecek ekonomik kalkınma fırsatları feda edildiği gibi geleneksel değerleri yok eden siyasal ve sosyal politikalar, toplumdaki dayanışma ruhunu da büsbütün yok ederek toplum için yaşlılık dönemini ekonomik ve fiziksel bir kâbus haline getirmiştir.
Sosyal Politikalar Yanlış Ve Yetersiz Kalmıştır
Çağdaş devletin en önemli ödevlerinin başında çalışma gücünü yitirmiş yaşlıların güvence altına alınması gelmelidir.
Geçmişine sahip çıkılmayan bir ülkede toplumu ayakta tutan değerler korunamayacağı gibi toplumsal vicdanları aşındırıp zayıflatacak yozlaşmaların yönetsel alanlara sirayet etmesiyle, ulusça sosyal devlet ilkesinden uzaklaşmanın bedelinin ağır ödeneceği unutulmamalıdır.
Mevcut ulusal politikalar bu yönde sistemli bir sosyal çözüm yaratmadığı gibi sosyal nitelikleri gereği halka daha yakın olan yerel yönetimlerde bu yöndeki yatırımlara öncülük etmek yerine, halkın dikkatini daha kısa yoldan çekecek gösterişli yatırım ve hizmetlere ağırlık vermektedirler.
Oysa ülkenin bu günkü şartları içerisinde ek iş yapılmadığı yâda ikinci üçüncü kuşakların desteği olmadan emekli maaşı ile geçinmenin olanaksız olduğu düşünülürse, sosyal güvenlik sisteminin de herkesi içine almadığı ülkemizde, fiziksel yetersizlik içindeki yaşlı nüfus için yaşamsal sorunun ne kadar geniş boyutlu sosyal bir boşluğa neden olduğu kolayca anlaşılır.
Dünyada yaşanan küreselleşmenin, beraberinde getirdiği sosyal değişim sürecine girmiş olan ülkemizde, yaşlılık dönemi artık ulusun bütün kesimlerini ilgilendiren önemli bir toplumsal sorun olarak görülmelidir.
Ülkemizin siyasal geçmişinde Dünyayı kalkınmaya götüren düşünce ve uygulamaların tersini benimsemek gelmiş geçmiş bütün iktidarların ortak özellikleri olduğu için toplumda yaşlılık dönemini güvence altına alacak adaletli bir sistem kurulamadığı gibi sosyal güvenlik yasaları bile yaz, boz tahtasına çevrilmiştir.
Her konuda olduğu gibi bir taraftan genç nüfus yapısı avantajına sahip olan ülkemizde işgücü kapasitesi ekonomik kalkınmanın lokomotifi olması gerekirken, yanlış sosyal güvenlik politikalarıyla geçmişte emeklilik yaşının orta yaşın en alt dilimine indirilmiş olması bizim ülkemize özgü çelişkilerden biridir.
Şimdi getirdikleri yeni düzenleme ile emeklilik yaşının 65 e çıkarılmasını, Sosyal Güvenlik reformu olarak sunan iktidarla geçmişte 36 yaşında emekli olmanın doğruluğunu savunmuş iktidarların politikaları arasındaki zıt çelişki, her ikisinin de bu ülkede emeklilik sistemine sosyal çözüm üretmekten ne kadar uzak kaldığını ortaya koymaktadır.
Bir ülkede 36 yaşından itibaren emeklilik süreci yaratıp yığınlarca emekli ordusunu üretken yaşta çalışma yaşamından uzaklaştıran politikalar devlet sırtından yarattıkları asalak yığınları oy deposu olarak kullanırken emeklilik sürecini kâbusa dönüştüren tıkanmayla sosyal değerlerle birlikte devletin de temeline dinamit döşemişlerdir.
Bugün ekonomik gerekçelerle sosyal güvenlikte zorunlu hale gelen reform ihtiyacının kısıtlayıcı sonuçları kısa ömürlü siyasi iktidarların devletinde milletinde geleceğini ipotek altına almış kararları yüzündendir.
Çok çalışıp, üretme ihtiyacı içerisinde olduğu bir dönemde, çalışanlarını en üretken yaşta emekli eden, dar kafa ürünü sistem,
Ne kadar ekonomik ve sosyal zarar yarattıysa, bu gün ülkemizde bilinen ortalama yaşama süresi verilerine rağmen, her yaştaki nüfusa iş olanağı varmış gibi emeklilik yaşının neredeyse ölüm sınırına çekilmesi de o derece sosyal dokuya zarar verecek bir yaklaşımdır.
Demek ki ülkenin kalkınmasından umudunu kesmiş olan hükümet, elde avuçta satılacak bir şey kalmadığında emeklisine verecek parası olmayacağını görmüş olmalı ki, çareyi yoksulluk sınırının altında yaşamaya itilen emeklinin önüne, ölüm gününe kadar çalışma hedefini koymakta buluyor.
Çelişkilerin zenginliği içerisindeki ülkemizde, yerleşik kamu düzeni anlayışı ile yanlış ve dar zihniyetli siyasal politikalar yüzünden ulusal bütçe üzerinde kemirici etkisi olan sosyal güvenlik sisteminin her geçen gün yaşlı kesimi kısıtlar hale getirilmesinin insani ve sosyal değerleri alt üst eden sonuçları vardır. Bunun yeterince tepkiye neden olmaması ise çelişkilerimizin yarattığı kanıksama alışkanlığından başka bir şey değildir.
Geniş Perspektifli Bakış Açısına İhtiyaç Var
Geçmişteki yanlış politikaların yarattığı sonuçlarla, kamu maliyesi üzerinde yük unsuru haline gelen sosyal güvenlik için hükümetlerin kısıtlayıcı olmakta başka yaratabileceği olanak yoktur.
O halde genişçe bir kesimi oluşturan çok sayıdaki yaşlı nüfusu yaşam güvencesine kavuşturacak yatırım ve sosyal aktivitelerden oluşan kapsamlı projelere ihtiyaç vardır.
Turizm sektörüyle bağlantılı yatırım anlayışı içerisinde yaşlı kesime yönelik yaşam ortamlarının çoğaltılması, toplumun her kesimini yakından ilgilendiren böyle sosyal bir boşluğa çare yaratacağı gibi Turizm ve sağlık sektörüne uzun vadeli bir alternatif teşkil edecek önemli bir ticari alan doğmuş olacaktır.
Ülkemizde yaşlı nüfus kapasitesindeki artışla birlikte huzur evi türünden işletmelerin yetersizliği karşısında, sosyal olduğu kadar ticari boyutu çok geniş olan bu alanda yatırım ihtiyacı toplumun her kesimince çağdaş yaşam sürecinin uzantısı olarak ele alınıp kavranmalıdır.
Kuşaklar arasında ki kültür farkı derinleşirken, hızla devam eden kentleşme süreci geleneksel Türk aile yapısındaki değişimi de hızlandıracaktır. Aileler küçüldükçe yaşlı kesimin yaşamsal sorunları gelecekte ülkenin sosyal güvenlik sistemini aşan bir sorun haline gelmiş olacak.
Buna çare üretecek sosyal yatırımların gelir olanaklarını gözeten bir perspektifle bütün toplum kesimlerince benimsenip, devletinde doğrudan ve dolaylı desteği ile geliştirilip yaygınlaşması bu günden yarına Türk toplumunun sosyal adalet anlayışına ve geçmişine verdiği değerin ölçüsüne gösterge teşkil edecektir.
Aksi halde; politik zihniyetlerle talan edilmiş ekonomik kaynakların yetmediği noktada üzerinde en kolay oynanan sosyal güvenlik sistemi kapsamında yaşlı kesimin hak ettiği ekonomik ve sosyal imkânlar kısıtlandıkça,
Hayat onlar için kâbus olmaya devam edecek, Sosyal değerleri zayıfladıkça aile yapısı çözülen Türk toplumu çağdaşlığın temel ölçüsü olan sosyal adalet katında mahkûmiyet içine düşmekle kalmayıp, gelecekte yaşlısına eziyet eden ülkeler kategorisinde ki yeri ilk sıralarda olacaktır.
Doç. Dr. Feyzullah AYADENK